28 Ocak 2011 Cuma

Gordon Milne bile bu kadarını beklemezdi. Ya Schuster ?

Futbol bir sonuç oyunudur. Saha içerisinde ne kadar mücadele ederseniz edin, ne kadar iyi oynarsanız oynayın eğer ki fırsatları değerlendiremiyorsanız kaybetmeye mahkumsunuz . Ve zaman sadece galip geleni hatırlıyor ne yazıkki. Beşiktaş ın senelerdir en büyük zaafı efsane üçlüsü olan Metin, Ali, Feyyaz dan sonra gol noktalarında etkili vuruşlar yapabilen , topu ceza sahasına hapseden bitirici ileri uç elemanlarından yoksun oynamasıydı.

Evet Beşiktaş zaman içerisinde elbette ki bu bölgeye yabancılar da dahil takviyeler yaptı, hatta zaman zaman başarılı da oldu ancak nedense bu oyuncular bu efsane üçlü gibi kalıcı olamadı . Zaman içerisinde ileri uca pek çok oyuncu geldi, gitti.

İngiltere’nin Qpr takımından gelen Les Ferdinand bu bölgeye yabancı oyuncu takviyesinin Stankoviç döneminden sonra ilk meyvesiydi. Gençti, Öğrenmeye açıktı ve en önemlisi yetenekleri ile gelecek vaad ediyordu. Zaten zaman geçtikçe Teknik direktör Gordon Milne vatandaşı olan bu genç çocuğu en iyi şekilde işlemesini de bilecekti. Ve Ferdinand Beşiktaş forması ile gerçekten iyi maçlar çıkardı. Ülkesine döndükten yıllar sonra Dünyanın tanıdığı bir golcü olarak sık sık olumlu anlamda Beşiktaş’ın reklamını da yapacaktı.

Beşiktaş taraftarı Gençlerbirliğinin Andre Kona , John Mousheu ve sihirbaz David Khuse hamlesi ile beraber getirdikleri Fani Madida gibi bir oyuncuyu çok sevmişti. Hatta Madida'nın istikrarı Türkiye de pek çok kimseyi şaşırtmıştı. Daha sonraki yıllar da İngiltere ‘nin Everton takımından gelen Daniel Amokachi, İtalyanların dünyaca ünlü takımı Roma da kiralık oynarken İstanbul macerasına başlayan John Carew , Fransanın Lens takımından geldiğinde kimsenin Beşiktaş ile bu denli özdeşleşeceğini tahmin etmediği Pascal Nouma ile bu bölgeye çare arandı . Başarılı da olundu.

Ancak yine de bu oyuncuların haricinde alınan Stefan Kuntz, Osvaldo Nartallo, Arield Stavrum , Ailton, Musa Ohen gibi isimler de Beşiktaş'ın gol sıkıntısı derdine çare olamadı. Ancak gözlerden kaçan bir nokta vardı. Beşiktaş bu bölgeye yerli oyuncu maalesef yetiştiremiyordu. Beşiktaş'ın altyapısından çıkıp ileri ucunda başarı ile oynayan Nihat Kahveci dışında istikrarlı ve üretken bir santrafor bulunamadı. Bu bölgede zaman zaman İlhan Mansız ve Ahmet Dursun ile formül arandı.

Şimdiler de ise Beşiktaş kadrosunu Portekiz kökenli, dünya futbolunda hatırı sayılır kariyerlere sahip 3 oyuncu ile güçlendirdi. Bu oyunculardan belki de en çok gelecek vaadedeni Hugo Almedia. Uzun boylu, güçlü, çevik, gösterişsiz fakat yararlı. Top tekniği son derece iyi ve en önemlisi ceza sahası içinde bitirici vuruşlara sahip.

Orta sahada Fernandes'in çalışkanlığı, Ernst' in üretkenliği , Guti ve Queremanın bireysel yetenekleri ile birleştiğinde Beşiktaş orta sahası ister istemez rahatlıyacak. Kanatlar da Simao ve İbrahim in sürati ve çalışkanlığı takımın orta sahası zenginleşicek. Üstelik defansın hemen önünde orta sahayı besleyebilecek Marco Aurelio gibi önemli bir oyuncu da var. Böylesine alternatifli ve potansiyeli yüksek oyunculardan kurulu bir kadro en fazla Teknik direktör Schuster in işine yarayacak.

Beşiktaş kadrosu bu gün dünyada her takımın antrenörünün görmek isteyeceği türden bir kadro. Ve bu kadronun başarılı olmak dışında hiçbir alternatifi yok. Bu belkide yeni dönemde Beşiktaş' ı en fazla zorlayacak sıkıntı. Ancak Beşiktaş ileriki yıllarda sıkıntı çekmek istemiyor ve ileri ucundan daha fazla verim almak istiyorsa mutlaka bu forma ile özdeşleşicek genç , çalışkan ve özverili bir isim yaratmalı. Bu genç isim uzun yıllardır altyapıdan çıkamıyor ve görevi a takıma oyuncu yetiştirmek olan altyapı takımlarının hepsi o genci özlemle bekliyor.

Fenerbahçe de Zico'dan günümüze...

Fenerbahçe son birkaç senedir arzu ettiği başarıyı Türkiye liginde gösteremiyor. Bunun nedenleri oldukça fazla. Ancak en önemli neden Zico döneminde alınan başarılı sonuçların şifrelerini çözememek. Arthur Zico futbol oynadığı dönemde dünyanın sayılı futbolcularından biriydi. Keza teknik direktörlük kariyeri boyunca Japonya da kazandığı başarılar ve Japonya milli takımı antrenörlüğü ona dünya çapında bir klübün kapılarını aralayabilecek başarıyı getirmişti.

O klüp Fenerbahçe idi. Fenerbahçe ye Avrupa kupalarında ki en parlak sezonunu yaşatan beyaz Pele’nin takımında takım içi arkadaşlık, uyum, birliktelik göze çarpıyordu.

Fenerbahçe dünya devlerini bir bir elerken kadrosunda ki oyuncular tecrübe dezavantajı, uyum yabancı futbolcuların yeni bir ülkeye adaptasyonu gibi pek çok sorunu da aşmış oluyordu. Baktığınız zaman defansta Lugano ile birbirlerini çok iyi tamamlayan ve tanıyan Edu gibi bir futbolcunun olması önlerinde ki futbolculara güven veriyordu. Edu sağlam fiziği, korkmayan mücadeleci yapısı ve gücü ile rakipleri oldukça zorlayan bir futbolcu profili idi. Zaman zaman kendi kalesine attığı goller dışında onun defans şeridinde de çok ta bariz hatalar yapmadığına tanık olduk.

Oysaki şimdi ki fenerbahçe defansına baktığımız da Bilica Sivasspor da ve Romanya da yaşamış olduğu form grafiğini çok aşağılara çekmiş gözüküyor. Disiplinli, kademe anlayışı olan, geriden oyunu iyi okuyan meziyetleri tamamen silinmiş. Bu da oynadığı her klüpte istikrar abidesi olan Lugano ya yansıyor.

Fenerbahçe defansın da geriden iyi oyun kuramadığı zaman orta alanda Mehmet Aurelio gibi bir oyuncunun yokluğu top kontrolü ve dağıtımında sorunlar yaşanmasına neden oluyor. Top rakipte iken yaptığı presi saymıyoruz bile. Orta alanda Appiah gibi savaşan koşan, rakibi hata yapmaya zorlayan ve takımın gediklerini kapatan bir futbolcu da olmayınca fenerbahçe orta sahası sadece Alex in kişisel yeteneklerine kalmış gözüküyor.

Çünkü hem miroslav stoch hem de christian baroni topa baskı yapmak ve takım savunması anlamında son derece yetersiz isimler. Üstelik zaman zaman orta sahaya destek veren Deivid ve tuncay gibi çok önemli 2 oyuncu da takımda yok. Ve yerlerine maalesef bu oyuncuların yerini doldurabilecek oyuncular alınmadı, alınamadı.

Fenerbahçe takımı çok gol pozisyonuna girebilir, stoch ve dia gibi 2 hızlı hücum oyuncusunun koşu performansı ve yaratıcılığı ile hücum zenginliği yaratabilir fakat takım savunması ve bölgeler arası koordinasyon gibi ciddi zaaflar sonucu kolay gol yiyen bir ekip kimliğini üzerlerinden atmaları gerek. Antrenör Aykut Kocaman a güven duyulması istikrar adına güzel bir gelişme.Çünkü hiçbir antrenör takımı ile beraber olmadan tecrübe elde edemez.

Ancak yine de keşke Aykut Kocaman büyük takım çalıştırmadan önce biraz daha tecrübe kazansaydı demeden geçemiyeceğim. Defans hattında yaşanan sorunlar , Andre Santos, Christian Baroni, gibi isimlerin form grafikleri ilerleyen günlerde muhtemelen takımı daha da zorlıyacak. Görünen o ki bu kadroya orta saha defans ve hücum hattına mutlaka takviye şart.


Şu soruyu da ayrıca sormak gerekli. Fenerbahçe yabancı oyuncu transfer ederken gözlemci ekibi bu oyuncuları nerede, ne kadar , nasıl izliyor..? Yoksa sadece 1-2 maç izlenerek mi bu oyuncular alınıyor..?

Artık görünen o ki gelinen noktada Fenerbahçe nin büyüklüğüne yakışır oyuncular transfer edilmeli. Bu yüzden basında yer alan kendilerini orta sınıf avrupa takımlarında ispat dahi edemeyen oyunculara inanmak dahi istemiyorum.

Takım olmanın dayanılmaz hafifliği...

Ligimizin ilk yarısı oldukça çekişmeli geçen bir yarım sezonun ardından sona erdi. İlk yarının genel anlamda tablosuna bakarsak Fenerbahçe nin pek te sürpriz sayılmıyacak şekilde 1. lik basamağını elde ettiğini görüyoruz. Fenerbahçe bu başarıya elbette Aydın Örs gibi yıllarca türk basketboluna hizmet eden ve büyük başarılar kazanan bir ismi basketbol şubesinin başına getirmek ve antrenör seçiminde Newan Spahija gibi disiplinli, felsefesi olan bir çalıştırıcıyı seçmekle yakaladı.

İlk yarıda Fenerbahçe Ömer Onan’ın saha içerisinde ki kendini aşan performansı, Kinsey’in oyun sıkıştığı anlardaki yaratıcılığı Mirsat ın ribaundlar da ki etkinliği ve Ukiç oyun kurucu pozisyonunda ki güçlü oyunuyla hakettiği sonuçlar aldı. İlk yarı boyunca belki eğer Lynn Greer dan daha fazla katkı alınsaydı ve Lavrinoviç biraz daha sorumluluk alabilseydi çok daha büyük bir galibiyet yüzdesi yakalanabilirdi.

2. sırada ise uyumun arkadaşlığın ve büyük takım olabilmenin büyük bütçeler ile sınırlı olmadığını gösteren harika bir örnek görüyoruz.

Banvit Orhun Ene'nin antrenörlüğünde oyuncularını maksimum kullanıp, mücadele, taktiksel zenginlik ve seyirci faktörü ile takımı bütünleştirip oldukça iyi bir çıkış yakaladı. Takım pota altında Lance Williams ve Chuck Davis gibi 2 önemli pota altı oyuncusuna emanet bir biçimde arka alanda Barış Ermiş Mutlu Akpınar ve Keith Simmons üçlüsünün katkıları ile bir çok önemli galbiyet aldı.

Elbette ki takım Goluboviç gibi güçlü ve çember altında mücadele etmekten yılmayan bir oyuncunun katılımı ile daha da güçlendi. Banvit in sınırlı imkanlar ile başardıklarına şapka çıkarmamak çok zor. Banvit in hemen ardından ise Galatasaray ı görüyoruz. Basketbol şubesine diğer büyük takımlar kadar kaynak aktarmasalar da Oktay Mahmudi gibi deneyimli bir Coach'a sahipler.


Seyircinin sevgilisi Rancik skor yükünü çekiyor. Ayrıca Shumpert takımın dış atışlarda ki en önemli silahı... Çember altında Andriç ve Tutku ile zengin bir ilk 5 e sahipler. Ayrıca hızlı oyunda tutkunun yaratıcılığı ve performansı ile ligin en dikkat edilmesi gereken takımlarından biri oldular. Bravo Galatasaray.

Bu sene pek çok takım da ligimizde beklemediği sonuçlar aldı. Aslında taşıma su ile değirmen dönmeyeceğini halen anlayamayan Efes pilsen de o takımlardan biri. Perasoviç in sezon boyunca Cenk akyol ve Ender Arslan gibi 2 önemli silahı kullanmayışı, Vujçiç takıma gereken katkıyı istikrarlı bir biçimde verememesi guard pozisyonunda oyunun sürekli Tunceri'nin üzerine yıkılması ve Türk vatandaşlığına geçen ligimizin halen hatırı sayılır pivotlarından Erwin Dudley in benche mahkum olması bu sıralamayı doğurdu diyebiliriz. Perasoviç e belli ki Türkiye liginin atmosferi yeterince anlatılmadı. Oysaki Efes Pilsen her türlü İmkansızlığa ve ihtimale rağmen kadro açısından ilk 2 nin içerisinde olmalıydı.

Keza Türk Telekom da beklediğini bulamayan takımlardan. Bir çok yabancı oyuncu getirip, Ankarayı gezdirip gönderdiler. Faruk Akagün ile sezon ortasında yollarını ayırmaları bir yana ellerinde ki mevcut yabancı oyunculardan bir türlü beklediklerini alamadılar. Çünkü Beciroviç haricinde bu yabancıların hiç biri Telekom’un hedefleri ile örtüsmüyordu. İlk yarının sonlarına doğru takıma katılan yine eski bir Telekom'lu olan Jan jagla isabetli bir transfer oldu. Zaten Jagla İspanya ve Alman Milli Takımında ki deneyimleri ve gücü ile çember altında her zaman Telekom takımının işine yarayabilir. Harcadıkları bütçe ye göre konuşursak şu an ilk 10 un içerisine zorlukla girebilmeleri belki de ligimizin ilk yarısının en sürpriz neticesi...

Bu sene ilk 3 sıralamada ki takımlar haricinde Antalya Belediye, Olin Edirne ve Pınar Karşıyaka sergiledikleri oyun ve mücadele güçleri ile ligimize renk kattılar. O yüzden bu 3 takıma ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Karşıyaka da Holston'ın geçen seneden beri takımı tanıması, Furkan , Eldridge gibi oyuncuların verdiği katkı İzmir takımına haklı bir beşincilik getirdi. Olin Edirne ise sınırlı ve mütevazi bütçesi ile harika sonuçlar aldı. Sonuç olarak 2 yarı ilk yarıdan çok daha zorlu geçecek. İlk yarının istikrarsız takımları bu sıralamayı görüp daha çok düşünmeliler. 2. yarı için erken konuşmak zor ancak Şampiyonluk yolunda daha çok sular akacağı kesin…